Zeyyat SELİMOĞLU’ na ait “YEMEK “ adlı öykü.


Bir arkadaşımız 'EMEK ÖYKÜLERİ 2 GREV BİLDİRİSİ' adlı kitaptan ilgisini çeken bir bölümü bizimle paylaşıyor.


YAZAR : Zeyyat SELİMOĞLU’ na ait “YEMEK “ adlı öykü.


Yazar Hakkında kısa bilgi :

1922 yılında İstanbul'da doğdu. Alman Lisesi'ni, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. "Rize'nin Köylerinden" başlıklı bir yazısı, Cumhuriyet gazetesinin 1949-1950 Yunus Nadi Armağanı birinciliğini kazanınca başarı yolu açıldı. Hikâyelerini, Almanca dan çevirileri ve radyo oyunlarıyla tanındı. "Koca Denizde İki Nokta" adlı oyununa 1970 TRT Sanat Ödüllü yarışmasında başarı ödülü verildi. Konularını, genellikle denizcilerin hareketli ve renkli hayatlarından alan, rahat bir anlatışla hikâyeleştiren Selimoğlu, yazarlıkla çevirmenliği birlikte yürüttü. 30 Haziran 2000 yılında İstanbul'da öldü.



YEMEK

Kuzina kapısının önünde tabaklar, çukur çukur. İri iri kepçe uzanıyor kuzinadan, tabakalara gemici çorbasını boşaltıyor. Küçük tombul kuzu gibi fasulyalar; ağıl kapısı ardına dek açılmış, kuzu sürüsü, yuvarlanır gibi dökülüyor tabağa. Kuzu kuzu fasulyalar, belsi, yuvarlak, beyaz.. Tabaklardan, kepçeden, kuzinadan dayanılmaz bir koku yükseliyor güneşin altında. Fasulya çorbasının o incecik dumanı, bacadan çıkan o kocaman kömür dumanını bile bastırıyor. Çalışan adamın yemeğinin kokusu başkadır, çalışan adam, yemeğinin kokusunu damarlarına yayılmış kanda bile duyar, yemeğinin lezzetini daha yemek yaklaşırken, kaşık ağzına girmeden, yemek dudaklarına değmeden, daha yemek diline dokunmadan duyar. Çalışan adamın ekmeği kara da olsa, yenirken tüm beyaz kesilir gelinlik duvak gibi. Turunç renkli koyu bir su tabaklarda, fasulyalar, beyaz cankurtaran filikaları gibi dolaşıyor kıyılmış soğanların arasında. Kırmızı biber salkım saçak, sere serpe yayılmış, ermiş, çözülmüş, dağılmış, ufalanmış; sülyen boyası değil bu su, zehirli değil; bu acı su, gemici çorbasının zehir gibi biberli suyu damakta bayram… Şimdi ağızlar, diller, damaklar dudaklar günün büyük orgazmına hazırlanıyor. Gemici çorbası, kaşık, fasulya, ağız, dil, ekmek, ağız, kaşıklar, eller, ağızlar… ARA. Şimdi daha küçük tabaklar, kepçe de daha küçük, tabaklara göre kepçe, kepçeye göre tabaklar; kuru üzüm hoşafı bir, kuru üzüm hoşafı bir, kuru üzüm hoşafı bir, iki, üç, dört, beş… Önce biber, sonra şeker. İki başlı orgazm. Damaklar ağızlar, kaşıklar, sil baştan, yeni bir tad düzeninde… Hareketler ağırlaşıyor ağırlaşıyor, kaşık, ağız, damak, son istasyon, yavaş yavaş yavaşlayan lokomotif, duran tekerlek, soluk alan lokomotif. SON.

- Çorba iyiydi.
- Fasulyalar iriydi.
- Biberli oldu mu çorba, dudakların bi güze yanıp kavruluyor.
- Ekmeğini batırdın mı içine…
- Bütün suyunu çekip alıyor.
- E işte, fena mı?
- İyi işte.
- Kuru üzüm hoşafı da iyiydi.
- O da iyiydi. Tadı kıvamındaydı.
- Ekmek de iyiydi, hastı.
- Ekmek has oldu mu çorbanın suyunu tulumba gibi çeker alır.
- Gavurun hayvanat bahçesinde iri bi fil görmüştük onun hortumu gibi.
- Hani bütün kovadaki suyu çekip almıştı.
- Fil ne kadar ekmek yer bi oturuşta?
- Fil kadar yer da.
- En çok yiyen fil midir?
- Bir fil, bir de sen da.
- Yavaş gel. O sensin o, fil gibi yiyen…
- Karnın doydu, şimdi konuş dur.
- Fasulya çorbası çok iyiydi.
- Üzüm hoşafı da çok iyiydi, tadı yerindeydi.
- Yemek iyiydi.

İdris, elindeki tabağı güverte musluğunun altında yıkayıp paklarken, yemek iyiydi diyen gemicinin yüzüne bakıyor. Güleç bir yüzü var bu gemicinin. Tabağını yıkamak için İdris’ in musluk başını boşaltmasını bekliyor, İdris’ i beklerken sabununu evirip çeviriyor elinde. Pembe yüzlü, bıyıkları sarı sarı terlemiş, daha yeni terlemiş, gencecik bir gemici. Kaşı kirpiği sarı, elinin üzerindeki tüyleri sarı, karantina flaması kadar sarı bir adam. İdris’ in yüzüne baktığını görünce, gülümsüyor. Gözleri çizgi çizgi oluyor gülünce. İdris çabuk bitirsin işini diye sabırsızlanıyor, duramıyor olduğu yerde.
- Demek yemek iyiydi?
- İyiydi ya, diyor gencecik gemici, fena mıydı?
İdris bir taraftan tabağını sabunluyor musluğun altında; kalın ağızlı musluktan gürül gürül bir su geliyor, sabun köpüklerine karışıp, teknenin deliğinden küçük bir girdap yaparak akıp gidiyor.
- Peki neden iyiydi?
- Neden mi iyiydi? Tadı iyiydi de ondan
İdris elindeki sabunu kaldırıp vuracakmış gibi yapıyor gemicinin sarı başına.
- Kotbaş… Hiç bi şeyden haberin yok. Hak edilmiş yemekti de ondan iyiydi.

Gemici sarı kirpiklerinin arasındaki mavi gözleriyle şaşkın şaşkın bakıyor İdris’ e dediğinden hiç bi şey anlamamış gibi bakıyor. Başını sallayıp yürüyor musluk başına doğru. İdris musluk başından ayrılırken bir hamle yapıyor sabunla başına vuracakmış gibi. Gülüyor.
- Kotbaş… Yediği ekmeğe söven adam gördün mü hiç?
Sarı başlı gemici daha bir şaşırmış bakıyor, ellerini musluğa uzatırken…
- Ekmek sövülür mü?
- Ben gördüm söveni… Ağzına attığı her lokmaya sövüp sayan bir adam… Adam yemeden de duramıyor. Hem sövüyor, hem yiyor. Ekmek öyle bir şey ki, yemeden duramazsın. Acından gebermek var sonunda. Kolay mı? Ekmek vardır kayar gibi iner gider gırtlağından, zorlamaz; ekmek vardır gırtlağında mengene, taş ceviz; yutar yutar yutamazsın, gırtlağına dizilir, boğar boğar boğulmazsın; tıkanırsın, ölemezsin….
Geberir geberir de ölemez adam, ben gördüm öylesini… Yediği ekmeği öğürüp öğürüp de çıkaramadı mı adam, gebermişten beter olur. Gördüm ben. Hak edilmemiş ekmekti, öğürtüyordu adamı.

Sarı gemici daha bir şaşırıyor, yine sallıyor başını, musluktan yana dönüyor, tabağını uzatıyor musluğun altına, tabaktaki ekmek kırıntıları, yemek kırıntıları musluktan akan suya kapılıp, suyun girdabına kapılıp, delikte, döne döne hunileşerek yok oluyor. Hırıltılı bir iç çekişi andıran bir ses geliyor delikten… Suyu çeken deliklerden hırıltı, hep aynıdır bu hırıltı. Deliklerde hırıltı. Hem iççekiş, hem hırıltı, birbirine karışmış, İdris de duyuyor bu hırıltılı sesi musluk başında. Hem hırıltı, hem iç çekiş. Ekmeği öğürüyordu o adam. Ekmek geri dönen bir ekmekti gırtlağından. Öğüren bir gırtlaktan geri dönen lokmalar. İdris şimdi hatırlıyor o adamı, lokmaları geri gelen o adamı. Yıllar önce Rize’ de, Rize’ nin çarşısında aşevi. Aşevinde babasıyla yan yana, bir masada oturmuş çocuk İdris. Ve ötede bir masada o adam. Avurtları hastalıktan çökmüş gibi, kansızlıktan kireç akı bir surat, gözleri kuyuların dibinde, iki küçük mavi ışık, donuk ışık, kan yoksulu dudaklar… Yanına kimselerin gitmediği bir adam, yanız adam, tek başına, uğursuz bir yalnızlık… Hastalıksız hastalıklı bir adam. Eli cansız uzanıyor ekmeğe, bir ölünün eliyle uzanıyor ekmeğe, içine bir ölü yerleşmiş öldürülmüş bir ölü, onun eli uzanıyor ekmeğe. Ve ağzından giren lokma bir ölünün gırtlağına iniyor. Ölüler yemek yemez. Lokma geri geliyor. Ceset gırtlak gönderdi mi lokmayı, canlı gırtlak öğürtüyor. her şeyi ikileşmiş bir adam. Ölmüş elle canlı el, ölmüş gözle canlı göz, ölmüş açlık, canlı açlık… Çünkü bir ölü yerleşmiş adamın içine, öldürülmüş bir adamın ölüsü. Lokmasını yutamayan bir adam, yıllar önce bir adamı.

Rize’ nin yukarları gündüz bile karanlık; kara yağış, ıslak ağaç, yosun tutmuş kayalar, su çürüğü kokusuyla eğrelti, gizli geçit, çakal yuva, gök görünmez, ağaçların dalları birbirine kenetlenmiş parmaklar… Gizli geçit işte burada, gizli geçit işte şurda, biraz daha yürüdük mü sınırdasın. Böyle diyor lokmasını öğüren… Biraz daha yürüdük mü sınırdasın, geçersin… Böyle diyor lokması gırtlaktan geri dönen… Ve kaçmak isteyeni katmış önüne, Rize’ nin dağlarında şaşırtmış. Ağaçlar sıklaşıyor, fundalar sıklaşıyor, küf kokusu ıslak hava, gecelerden arda kalmış karanlık, adımlar tökezliyor, ıslak yerler güneş görmez Rize’ de. Ve sonunda kaçan adam bir çıkmazda kıskıvrak, şimdilerde lokmasını öğüren rehberiyle yan yana. İki kese altını var kaçanın. Sınırı iki kese altınıyla aşacak. Aşmayacak. Rehber altın izliyor. Rehber altın izliyor. Adamın altını var. Adamın altını var. Bu karanlık geçitleri ışıyacak gibi bir altın. Rehberin kafasında altın zonkluyor, şakaklar al-tın, al-tın, Rize’ nin bıçakları sivri uçlu, eğridir. Hem eğridir, hem incedir, hem sivri. Hem sivridir, hem eğridir, hem ince. Bıçaklar horon eder Rize’ de böyle. Ve horon eder gibi saplanıyor eğri bıçak. Sivri ucun tam ucunda delik gırtlak, yolunu bir buldu mu kolay girer eğri bıçak. İççekişli, hırıldayan bir gırtlak. Bir hırıltı yükseliyor gırtlaktan; delinen gırtlak içlenir, içini çeker hırıldarken.

İdris, musluğun altındaki delikten içeri kaçan suyun iççekişli hırıltısını dinliyor. Gırtlağı kesilen adamın gırtlağındaki ses bu, gırtlağından yükselen ses. Ve yıllar öncesi, çarşıdaki aşevinde gırtlağından lokma geçmeyen adam, altınları zerre zerre öğürüyordu gırtlağında. Öldürdüğü adamın gırtlağı yerleşmiş gırtlağına, lokmayı geçirmiyor. Tam da kusamıyor adam lokmasını, çünkü kusmak rahatlatır, aşevindeki adam kusamıyordu, öğürüyordu, çünkü ölünün gırtlağı yerleşmişti gırtlağına, ne yutan, ne de kusan bir gırtlak, öğüren bir gırtlak yalnız. Ve sövmeler, ekmeğine, yemeğine; yalnız kalmış bir adam, bir ölüyle baş başa.
İdris gülümsüyor sarı gemiciye dönüp.
- Kotbaş. Demek bilmezdin ha, hak edilmemiş ekmeğin adamı öğürttüğünü bilmezdin demek. Ben gördüm öylesini.
Sarı başlı gemici tabağını yıkamış, sabununu mendiline sarıp sarmalamış, sarı başı nı sallayarak uzaklaşıyor ses etmeden. O uzaklaşırken Ali yaklaşıyor öteden elindeki krili tabağıyla. Tabağı sağ elinde sol elinde sabunu, musluk başına. Ali’ yi gören İdris, tam gideceği sırada vazgeçip kalıyor.
- Seni yerken görmedim, nerde yedin sen?
- Güneş altında yiyeyim dedim. Üç numaranın üzerinde bağdaş kurdumda yedim. Güz güneşi yakmıyor adamı, okşuyor. Ensesini gıdıklıyor adamın.
- Çorba iyi miydi?
- İyiydi ya… Fasulyası yumuşak idi.
İdris gülüyor.
- Biberi çok mu idi?
- Ne idi çok , ne az idi. Tam sevdiğim gibiydi.
- Ya kuru üzüm hoşafı? O da iyi miydi?
- O da iyiydi. Hem balliydi hem tatli.
İdris daha bir gülüyor.
- Üzümler gırtlağından inerken gırtlağına takılmıyor muydu hiç?
Ali şaşırıp bakıyor birden, bu İdris delirmiş mi gibilerden bakıyor.
- Bi şey dersin ne dersin, üzüm takılır mı adamın gırtlağına, baş aşağı kayar gider da.
İdris daha bir gülmeğe başlıyor şimdi, daha da…Öyle kahkahalarla gülüp dururken, Ali’ nin şaşkın şaşkın yüzüne bakıyor, kocaman elini kaldırıp okkalık bir şaplak indiriyor arkadaşının omzuna… Gülen gözleri Ali’ nin şaşkın, çocuk gözleri gibi günahsız gözlerine çevrilmiş.

- SON -



KİTAP ADI : EMEK ÖYKÜLERİ 2 GREV BİLDİRİSİ

EVRENSEL BASIM YAYIN

ÖYKÜ ADI : YEMEK
YAZARI : ZEYYAT SELİMOĞLU

Hiç yorum yok: